blog

Cuma akşamı eve gitmek istemedim. Kadıköy’e uçtum yine. Her zaman gittiğim barlara gitmek istemedim. Biraz daha uzak moda taraflarında ki barlara geçip sessizce oturmak istedim. Yürüdüm. Birazda hayatımı sorguluyordum yürürken genelde yaptığım rutin hareketlerden biriydi. Özel bir an değildi.

Bir bara girdim. Barmenden garsonlardan uzak hatta insan kavramından uzak sessizce oturup sigaramı içip biraz viski bardağı emmeyi planlıyordum. Garsondan bir duble viski istedim. Sigaramı yaktım. Şu her bir ayağı bir insan bacağından daha uzun şekilsiz konforsuz sandalyelerin olduğu masalardan birine geçtim. Götümü her hareket ettirdiğimde devrilecek diye tedirgin olurken her bacağına ayrı ayrı söverek cebimde ki sigarayı yaktım. Bayat olduğuna emin olduğum biraz çerez getirildi. Turşu istedim. Kalmadığını söyledi. Sanırsın turşu her yerde bulunuyorda orada kalmamış. Neyse sinirlenmeden bu geceyi atlatacağım, diye umuyorum.

Ansızın bir yolculuğa çıkmayı istedim. Birini yanıma alsam mesela Kars’a gitsek. Ya da Hakkari’ye. Aydın’a. Ukrayna’ya uçsak. Bir yere gidelim, en kötü ihtimal Kocaeli, derseler ona da tavım. Yine ne olursa olsun gitmek istiyorum. Olduğum yerde mutlu değilim. O zaman gitmek gerekir. Bu böyledir. Olduğun yerde mutlu değilsen oraya aitte değilsindir. Ait olana değin gitmen gerekir. Bazen dönmemek üzere gitmelisin.

Arkamdaki masaya bir grup geldi. Yalnızlığıma grup sikişi döndü, diyebilirim. Kalkmayı düşündüm ama daha viskim bile yarılanmamıştı. Bu boktan bayat kuruyemişleri de bitirmek istiyordum. Bitene kadar zaman verdim, kendime.

“Geçen hafta Özgür Dans’taydım” dedi içlerinden biri. Sesi özgüvenli güçlü geliyordu. Ne istediğini ne yaptığını bilen bir karakter sesiydi.

“Ha evet, gideceğini söylüyordum. Nasıl bir şeydi?” Meraklı, grubun her şeyden haberi olan pasif karakteri. İletişim ve bilgi ağı database i olması dışında hiçbir ekstra özelliği bulunmayan hayatı aldığı kayganlaştırıcıyı kabına sürerek onu kayganlaştırmakla geçen bir tipin sesiydi.

“Yaşadığım en sıradışı deneyimlerden biriydi. Hocamız çok tecrübeliydi. Başta tedirgin olduk, nasıl olacak, ne yapacağız, komik olur muyum, ama sahne aslında senin olduğun yerdi. Gözlerini kapatıp çıplak ayaklarınla zeminde döşenen parkeleri hissederek attığın her adımda kolların biraz daha açılıyor. Uzuvların sana ait olduğunu reddederken sen sadece o anın ve ışığın sahibi oluyorsun. Bir süre sonra ışık kayboluyor…”

Arkama döndüm.

“Lafınızı bölüyorum. Nasıl bir şey bu böyle? Biraz kulak misafiri oldum ama çok güzel bir sevişme gibi bahsediyorsunuz”

“Özgür dans. Geçen hafta Balıkesirde vardı. Bu hafta Muğla’da var. Gitmek isterdim ama bilmiyorum cesaret edemedim. Tekrar o hissi yaşamak o yol başka bir evrene seyehat gibi”

“Yanınızda biri olursa gitmeyi düşünür müsünüz?”

“Bilmem olabilir aslında”

“Ben bu gece spontane bir şehirler arası yolculuk yapacağım. Viskimi bitirip otogara geçeceğim. Sonrasını bilmiyorum. İsterseniz rota sizden olsun, yol arkadaşlığı benden ”

“Bilmiyorum, büyük bir cesaret istiyor bu. Sizi hiç tanımıyorum. Daha önce MUğla’ya gittim ama böyle bir şey…”

“Araya girdim, siz anlatmaya devam edin. Teklifimi masanın köşesine boraktım. ”

Kadınlar birbirlerine bakarken ben birden arkamı dönüp masamda onlaro dinlemeye devam ettim. Teklifim tehlikeli, güvensiz, saçma sapan bir şeydi. Ama doğru kişiye yapılmıştı. Yeni bir deneyim peşindeydik ikimizde. Gözlerinde o doyumsuzluğu almıştım. Arkadaşlarıyla başbaşa bırakmamın sebebi onların filtresine sunacaktı bunu. Onlar düşünecek, onlar karar verecek, o uygulayacaktı. Database, “Ne düşünüyorsun?” dedi birden. “Çıldırma” dedi diğeri. Bu hala ailesiyle yaşayan ev kızıydı. Akşamezanındanönceboşalangillerden. Babası duyarsa başka türlü sikerdi. Onun dışında iyi aile tohumuydu.

Siparişlerini beklemeden çıktılar. Ben hala nereye gideceğimi düşünüyordum. Karar vermekte zorlanıyordum. Yüksek ihtimalle Kıbrısa gidecektim. En mantıksız seçenek oydu. Havalimanu uçus hızlı, yolculuktan arta saçma sapan boş bir vakit kalacaktı. Mantıklı seçenek buydu. Viskimden bir yudum daha aldım. Sigaram tabakta kül olmuştu. Yenisini yaktım. Aidiyet üzerine düşünmeye başladım. Bir yere ait olamazken birine ait olma fikri bana oldukça yorucu geliyordu. Doğanın ötesinde bir durumdu. Doğa ait olabilir miydi? Ağaçlar mesela oldukları topraktan hiç ayrılmıyorlardu. Hayvanlar ekosistem değiştiği anda hayati tehlike yaşıyordu. Doğrusu bazıları bunu iyi tolere edip hayatta kalıyor, tolere edemeyenler ölüyordu. Bu durumda bu doğal seçilim ve aidiyetten bağımsızlığa evrimin bir parçası mı oluyordu? Yine de yorucu bir histi. Aynı zamanda değişik bir güven veriyordu. Gelecek kaygısını ortadan kaldırıyordu. Konfor sunuyordu. Konfor iyi bir şey değildi. Okuduğum tarih bana bunu öğretti. Hep rahatsızlar kazanır. Hep rahatsızlar iz bırakırdı. Sabah sekizde çıkıp hayvan avlayıp akşam beşte eve gelen kromagnonu tarih yazmaz herhalde.

“Teklifin hala masada mı?” Geri gelmişti.

“Ben hala oturuyorum, değil mi? Hala geçerli.”

“Bazen bir şeyler için fazla düşünmemek gerek. Hayatı kaçırıyoruz. Hadi gidelim” dedi. Katkı maddesi koymayı unutmuş Tanrı bu kadına. Katıksız bir deli olduğu aşikardı. Bana güvenmesi ise ayrıca hoşuma gitmişti. Ahmak feminist yaklaşımlarından kaçınıp gerçekten sosyal insan tanımına uyan bir davranıştı. Hayata karşı kısa süreliğine umudum yeşermişti.

“Yolculuk Muğla’ya kalk hadi” masaya bir kaç lira bıraktıktan sonra ana caddeye doğru yöneldim.

“Arka tarafa arabamı bıraktım. Onunla gidebiliriz” dedi. Oraya döndük. Salak saçma “Nerelisin, ne yaparsın” sorularını sormadık. Nefes nefeseydi. Çok konuşuyordu. Uzun süre bir hücrede kalmış ve insan içine çıkmış gibiydi.

“Ben 1 yıl önce trafik kazası geçirdim. Kazadan sonra 1 ay yoğun bakımda 2 ay serviste yattım. 6 ay fizik tedavi gördüm. Ve yürümeye başladım. 9 ay boyunca çok fazla düşünecek zamanım oldu. Hatrı sayılır bir şirketin insan kaynakları müdürüydüm. Maaşım iyiydi. Hayatım mükemmeldi. Nişanlıydım. Yoğun bakımda nişanlım başkasıyla evlendi. Falan filan. Hayata çok geç başladım. İlk yağmur yağdığında ıslanabilmeyi hayal ettim. Ölümle o kadar yakından tanışınca da artık ondan korkmuyorsun. Hiçbir şeyden korkmuyorsun”

“Sen bunca zaman hangş taşın altında kalmıştın”

“Hiç bilmiyorum. Sadece bildiğim bir şey varsa hayatı ertelemek kendini öldürmekten daha tehlikeli. Bu arada sen ayılınca ben neredeyim falan demezsin değil mi?”

“Ben sarhoş olmak için içmem. Prensiplerime aykırı. Düşünürken içerideki arkadaşların daha selametli iletişim kurması için içerim.” Dedim. Güldü. “O arkadaşlardan bende de var. ” dedi. “Umarım bu gece gelenlerden değildir. Sahi sen kabul edecektin, neden orada söylemedin?” bunu çok merak etmiştim. Hayatı kaçırmaması gerektiğini düşünen biri neden bunu anlatmaya korkar ki? Kendimle bunu düşünürken aslında cevabını bildiğim bir saçma soru sorduğumu anlamıştım. “Senin için neyin ne ifade ettiğini yalnızca sen bilebilirsin. Bunu anlatmaya çaba sarf etmek sadece zaman kaybı.”

Köprüyü geçiyorduk. Araba bir aydınlanıyor. Bir kararıyordu. Kırmızı ışıklar içeriyi dolduruyordu. Saat 19.45 cıvarındaydı. Bir saate Tekirdağ’da olurduk. Çevre yolunu kullanıyordu.

“Adın ne?” diye sordum. “Aslen Asiye. Fakat kazadan sonra bir kişinin ölmesi gerekiyordu. Asiye öldü, Asia doğdu. Çevremde bunu iyice benimsediler. Adım Asia oldu. Senin?” diye sordu. “Kalfa,” dedim. Bir dönem bir şeylerin Çıraklığını yaşadım. Ve artık hayatta Usta olamayacağıma kanaat getirince kendimi tamamen Kalfalığa adadım. Çokta sürmez zaten, ölürüm. En azından bir şey için rütbem olsun, istedim. ”

“Aşağı yukarı benim gibi bir şeysin”

“Aşağı yukarı” dedim.

“Nasıl birden oraya gitme kararı verdin?”

“O kadar derin ve içten anlattın ki, orayı içimden bir ses orada olmak istedi. Sadece gitmek için çıkacağım yolculukta bana bir amaç gibi göründü. Ve teslimiyet hissi. Kendimi en son bir şeye teslim ettiğimde tamamen seks fantezi yapıyorduk”

Güldü. “Eğlenceli bir tipe benziyorsun” benden daha yukarıda olamazsın. Seni tamamen çözene kadar sessiz kalmam gerektiğini biliyorum. Bu yüzden şimdi bunun tadını çıkar. Bozulmuştum ama dişlerimi çıkararak gülümsedim.

“Orası başka bir dünya. Korkmadan yaşadığın, ayakta durduğun salındığın bir yer. Korkmadan savaştığın ve kazandığın bir an düşün”

“Müziği sesini duymayanlar, Dans edenleri deli sanar”

“Kesinlikle. Ve bir yerden sonra müziği duysan bile dans etmiyorsun ya işte hayatta nefes alırken öldüğün dönüm noktasından seni müziksiz bir bir ritimle koparabiliyorsun.” Heyecanını ses tonundan duyabiliyordum. Konuşuyordu. Değişik metaforlar, farklı argümanlar… Ben başkalarının ölümüyle büyümüştüm, o kendini defnedip büyümüştü. Yargılayıcı gözlerin bir önemi yoktu. Sadece ses vardı. Sadece giden bulutlar, uçan tayyareler, yeşilçam klasiği sikik bir romantizm hakimdi. Anın tadı bana aitti. Ona aitti.

“Bir yerde mola verelim mi?” diye sordu. “Olur” dedim. Herhangi bir benzinlik ya da ona benzer bir şey yoktu. Yolda ışık namına da bir şey yoktu. Öylece arabayı kenara çekti. Arabadan çıktı. Esnedi. Kontağı kapatmıştı. Anahtar üstündeydi. Ben de arabadan çıktım. Esnedim. Kollarımı arabanın tavanına dayayıp gerindim. Omurgalarımı açtım.

“Saat kaç” diye sordu. 4 olmuş.

“Hızlı da geldik ama. Daha yolumuz var”

“Ben devam edebilirim, istersen”

“Daha iyi bir fikrim var. Biraz uyumayı denesek nasıl olur?”

“Bana uyar. Bir yerde motel tarzı bir şey bulalım orada uyuruz”

“Arabada uyuruz. Burada. Tenha bir yol. Biraz da içeri doğru çekeriz. Arabanın içinde rahatça uyuruz.” dedi. Arabaya atıldı. Beni bırakıp gşdeceğini düşündüm. Doğrusu öyle yapsa da çokta sikimde değildi. Yine de tedirgin oldum biraz. Arabayı sapa doğru yanaştırıp yol orman arasında bir patikanın girişinde kontağı kapattı. Arabadan indi. Arka kapuyı açtı. Ben yavaşça yanına yürüdüm. Arabaya ulaştığımda o bütün ayarlamaları yapmıştı. “Ayağını bagaja doğru uzatırsan ikimizde rahat soğarız.” Arka koltuğu indirip yatak yapmıştı. Hiç umduğum gibi bir darlıkta değildi. Içeri girdi. Ayakkabılarını ön koltuğa attı. Bende aynısını yaptım. Ve sırt üstü uzandık. Bir dakika sonra bana doğru döndü. Bacağını üstüme attı. Kolum altında eziliyordu. Başının altına koydum kolumu. “Daha iyi ” dedi. “İyi geceler” dedim. “Gülümsedi”

Çok geçmeden bacaklarının arasına beni bastırmaya başladı. Resmen tecavüze uğramamın ilk adım girişimiydi. Gitgide baskıyı sertleştiriyordu. Soluğunun değiştiğini hissediyordum. Ellerim sırtındaydı. Sırtını okşamaya başladım. İkimizde uyumamıştık. Sırtından tuttuğum gibi üzerime aldım onu. Bluzunu çekip çıkardı. Sütyen giymemişti. Her santimi muhteşem dirilikte bir kadındı. Tşörtümü çıkarmam için doğruldum. Etimden koparır gibi çekti çıkardı tşörtü. Hoşuma gitmişti. Kendini giydiği şalvarın üzerinden sürtüyordu. İnlemesi nefes gibiydi. Tok ve gerçekti. Her hamlede daha derin hissettiğini sesinden anlıyordum. Kemerimi çıkardı. Hareketler arttıkça sıcaklık artıyordu. Ortam buğulanmaya başlamıştı. Pantolonumu çıkardı. Üzerinden şalvarını çıkardım. Kılları olduğu gibi oradaydı. Vazgeçmişlikten değildi. Tercihen bırakmıştı. Göğsümü tırnakladı. Ruh, teslimiyet konuştuğumuz metafizik kadın birden ilkel bir kaplana dönüşmüştü. Hala içine almamıştı. Kasıklarımız hem terden hem sıvılardan sırılsıklamdı. Bacaklarımızdan ve kalçalarımızdan su olduğu gibi akıyordu.

“Adın ne senin?” diye bağırdım. Göğüs uçlarını sıkarak. Kendini geriye doğru attı. Amı, açılmıştı. Sikim gün yüzüne çıktı. Bulduğu aralıktan içine girmek için sabırsızlanıyordu. Deliğe doğru hizaladım. Elleriyle arka cama doğru tutunup ters köprü yaptı. Bir eliyle hizayı dengeledi. İleri doğru gidio gelmeye başladı. Her giriş çıkışında her santimine sürünen eti hissediyordum. Gittiğimiz yer ve geldiğimiz yerin anlamı kalmamıştı. Yavaş ama tatmin edici bir hızda gidiyordu. Kendini bastırmaya devam ediyordu. Avucumu göbek deliğin altına dayayıp baş parmağımla kltorisini uyarmaya başladım. Sesi yavaşça daha tiz bir yükselişe doğru geçti. “Geliyorum” diye bağırdı. Bağurmasıyla fışkırması bir oldu. Arabanın içi sırılsıklamdı. İkimiz çırılçıplaktık. Ben hala gelmemiştim. Durmaya niyeti yoktu. Titrerken bile içine almaya devam ediyordu. Devam ettikçe daha fazla sıvı akıyordu. Artık bağırarak inliyordu. Tavana tutunup zıplamaya başladı. Ben hala klitorisindeydim. Ve birden içine doğru boşaldım. “Ruhun tamamen bana ait” dedim. Güldü. “Basit şeylerle beni korkutabileceğini mi sanıyorsun?” dedi. Asia, beni siksiz sikiyordu. “Bunu çok iyi başarıyorsun” dedim. “Neyi?” dedi. “Biz seninle asla bir şeye ait olamayız. Bizim bir kalıba sığabilen bir ruhumuz yok. Bizim ruhumuz yok. Suni mutluluklarla dünyaya ait hissetmeye çalışan çoktan ölmüş varlıklarız” dedi. Gün boyu çözemediğim denklemin cevabını çırılçıplak tecavüzcüm vermişti.

Tags:

No responses yet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir