blog

“‘Esila’hastalık demektir. Bunu çok sonradan tecrübe ettim. Çorba getiriyordu. Birden kesildi. Çokta sikimde değildi ama yine de güzel oluyordu” 
“Kimden bahsediyorsun?” 
“Komşunun küçük kızından” 
… 
“Kalfa abi, hep ekşi bir turşu gibi kokuyorsun” 
“O ne demek, çocuk!” 
“Abi, sigara ağzında ve içki şişeleri etrafta. Pencereler kapalı. Annem, sabah olduğu gibi açar, bütün pencereleri” 
“Sende açıyorsun, buraya geldiğin gibi” 
“Ama kızıyorsun” 
“Ama dinlemiyorsun” 
Güldü. “Bu sefer sana çorba getirdim. Dün gece öksürüğün sesi bizim eve kadar geliyordu” 
“Annen kızmıyor mu buraya gelip gitmene” 
“Yok, bazen o yolluyor” 
Şaşırmıştım. Ben insanları sevmezdim, insanlarda beni sevmez sanıyordum. Keş herifin tekine çocuğunu gönderecek kadar nasıl korkmazsın. Üstelik seni hiç tanımıyorum bile. Aklım karışmıştı. Belki de tanımadığı için gönderiyordur. 
“Senden bahsettim. Bir sürü kitapları var. Bir sürü plakları var hepsi etrafta geziniyor. Kalfa abi, bazen kitapların kapaklarındaki adamlara küfrediyor. Sonra sigara yakıyor. Ama asla kitaplarına zarar vermiyor. Her tarafta kitap var ama hiç biri kırışık değil, dedim. Annem de dedi ki:”Aferin abine. Bir gün bizde geliriz onu ziyaret etmeye” tabi henüz uygun olamadılar” 
Mahcup bir şekilde başını yere eğdi. 
… 
29 Haziran’da öldü çocuk. Annesinin çığlığını duydum aşağıdan o gün. Sonraki her günde iniltili ağlamasını. Kalkıp çorba yapacaktım. Yapamadım. Ölümden o kadar korkuyordum ki, o eve gidersem yakama yapışacak gibi hissettim. Kapılarının önüne bir kitap bıraktım. Çocuk sevmişti o kitabı. Sonra mezarına gittim. Ölümden en çok kendi evinde kaçarsın. Bir orada bulamaz seni. Ya da öyle bir iyilik istemi. Çocuğun mezarında hiç çiçek yoktu. Kahverengiydi. ‘Esila’ bir hastalık olarak kaldı içimde. En cesur hastalıktı. Kanımda ki alkol bile daha masum kalırdı.

Tags:

No responses yet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir