
“Savaş zamanı bütün yaralarını kendisi dikmiş. Hatta söylenen o ki vücuduna giren 2 kurşunu da kendisi çıkarmış”
“Saçmalık. Bu denli büyük acıya direnmek asla mümkün değil”
Bazı acılara direnmek zorunda kalınıyordu. Bu konuşmanın üzerinden geçen 2 haftanın ardından ben onunla tanıştım. Jane’di adı. Asıl adı, Yasemin. Beyoğlu’nda bir barda şarkı söylüyordu. Sesi saten bir kumaşın beyaz bir tene dokunması kadar yumuşaktı. Her gün sahneye bir “Ay ışığı” ile çıkardı. Her gün seyircisi değiştiği için bir bu kısa vadede bir tarz olarak görünmüş. Sokakta Ay Işığı Jane, olarak bilinmeye başlamıştı. Ailesi uzun yıllar önce ölmüştü. Bir trafik kazasında oğlunu ve eşini kaybetmişti. Umurunda olan tek şey o gün ne kadar içtiğiydi. Bir süre sonrada prestijli hayatını bırakıp barlarda şarkı söylemeye başlamıştı. Bir anda dünya tam bir vazgeçilmişlikle değişmişti. Jane, vazgeçmişti. Ve bir bar sanatçısından konsomatrisliğe, oradan da escortluğa evrilen bir sürece girilmişti. Tabi ki jane için her şey bu kadar basit anlatıldığı gibi yaşanmamıştı.
Onu tanıdığım gün zilzurna öfke doluydum. Ne için olduğunu hatırlamıyorum ama birilerine “Bodur sik” diye bağırıyormuşum. Daha sonrasında buna çok gülmüştük. Adamın kafasının gerçekten bir sike benzediğini söylemişti, Jane. Her seferinde de beraber gezdiğimiz yerlerde bu tiplerle karşılaştığımızda manasız bir gülüşme alırdı bizi.
O gün, deli gibi her yere saldırırken biri beni tutup Jane’in olduğu bara atmış. Kendince beni kurtarmıştı ama orada telefonumu ve anahtarlarımı kaybetmiştim. Temiz hırpalanmıştım. Ceketimin sol kolu yırtılmıştı. Bar fedaileri de sağolsun kıyamamışlar beni tekrar bardan atmamışlardı. Cebimde kalan daha doğrusu kurtulan son bozukluklarla bir bira istedim. İçimden sürekli avaz avaz “Bodur sik” derken bir ses duydum. Bu kısmı çok iyi hatırlıyorum. Çünkü Jane’in sesini ilk defa duymuştum. Bembeyaz bir tende gezen saten kumaşın tüyleri ürperten aynı zamanda tahrik eden huzuru. Sadece sahneye baktım. O da bana bakıyordu. Pejmürde bir haldeydim. “Kim bu sokak serserisi?” diye içinden geçiriyordur, eminim. O geceden sonra defalarca gittim oraya. Garsonlara bahşiş verdim. Sadece durup onu izledim. Daha öncede söylemiştim. Her şey seks değildi. Ben Jane’i merak ediyordum. Kimdi? Ne yapardı? Ne isterdi? Aşk değildi. Aşk dediğiniz duygu tamamen ahmakçaydı. Böyle çok güzel bir yemeği tekrar tekrar yemek gibi oburca da değildi. O çok güzel bir yemeğin her kırıntısının tadına varmak gibi bir şeydi. Ses içimde büyüyordu. Sahne bitiyordu. Jane, arkaya geçiyordu. Ben rutin program bitmiş gibi kalkıp eve geçiyordum. Bir gece orada kalıp onunla tanışmak istediğimi söyledim. O, sahneden indikten bir kaç dakika sonra masaları gezmeye başladı. Pavyon usulünü bara yedirmişlerdi. Sadece işletme bunun için ruhsat almamıştı. Tamamen gayriresmi ilerliyordu işler. Jane, masama geldi. Simsiyah saçları, pudra vanilya gibi bir koku, kalın kirpikleriyle : “Kavga etmesen seni tanımayacaktım”
…
Devamı gelecek…
No responses yet