blog

“Saat 7’de uyanacaksın. Bu odada uyuyacaksın. Sabah erkenden yatağını toplamış olmalısın”

Çocukken okulumdan dolayı teyzemde kalmam gerekiyordu. Okul, evimize çok uzaktı. Annem, teyzemde kalmamı daha doğru buldu ve bende kalkıp teyzeme yerleştim. Teyzem normal biri değildi. Aslında toplumun genel yapısına baktığında gayet normaldi. Fakat benim karakterime göre tamamen ters biriydi. Buzdolabında post-it’ler, banyoda listeler, ayakkabı kutularında notlar vardı. Eve giriş saati belliydi. Yemek saati belliydi. Yemeğe yetişemezsen aç kalırdın. Kocası ve çocukları bu kurallara uymakta zorlanmıyordu. Fakat ben okuldan hemen sonra eve gitmeyi ilk haftadan sonra bırakmıştım. Sokaklarda geziyordum. Kafelerde oturuyordum. En çokta evin yakınlarında olan bir parkta oturur bol bol yazardım.

Geçen gün yine aynı şekilde kurallar silsilesine denk geldim. Önceki hafta, haberlerde anasaya için torba kanunlar çıkıyordu. Uzunca bir süre bu süreğin sert ve haşim tavrını düşündüm. Kendimce benim gibi uyumsuzların ülkede yaşamaya hakkı yok kanaatine vardım. Ta ki bugüne kadar…

Saat 17 sularında sokakta yürüyordum. Eve gidecektim. Hevesimde pek yoktu. Yine eve gitmem gerekiyor gibi hissediyordum. İçmek istemedim. Boşta olsa zamanım yine de evde geçirmem gerekiyor gibiydi. Eve geçerken sokağın başında uzunca bir kuyruk gördüm. İnsanlar fırının önünde yığılmışlardı. Cılız herifin biri sıraya girmeden direkt fırına daldı. Ben de merak ettim. Durdum fırını izlemeye başladım. İçeride ki insanlarla sohbet ediyordu. Güldü. Elini cebine soktu. Bir şeyler aldı. Tezgaha bıraktı ve ekmek aldı, çıktı. İnsanlar, hiç bir şey demediler. Kurallar, kim içindi? Biri belli bir yetkiye erişince kurallar ortadan kayboluyordu. Birileriyse saatlerce kurallara uyup toplumsal kargaşanın önüne geçiyordu. İkiye ayrılan bu düzende aslında gizli bir sahip köylü hiyerarşisi vardı. Daha fazla düşünmeme sebep oldu.

Benim yaptığım eylemleri yargılayan insanlar hangisiydi? Benim yazdığım yazılarım, düşüncelerim, eylemlerim… hangi tanrıya doğruydu? Beni günahkar kılan şey neydi? Kafası karışık değil mi?

Aslında değildi!

“Seni ilk defa böyle gördüm, Kalfa”
“Düşündüğün gibi değil, dostum. İkilemlerden nefret ederim. Hayatın siyah beyaz olmadığının farkındayım, fakat griler ne kadar azsa o kadar hayat çekilebilir olur”
“Haklısın”
“Hayret ilk defa benimle aynı fikirdesin! Gözüne tuz falan mı kaçtı?”

İş yerinde Deniz adında bir herif var. İşten ayrılıp memleketine gidecekmiş. Bir de köpeği varmış. Çok efendiymiş, ne derse yaparmış, nereye giderse onunla gelirmiş falan filan.
Meseleyi burada çözmüştüm. Daha çocukken bizim değer ölçülerimiz kurallara uymaya yönelik geliştiriliyor. Teyzemin yaptığı şey aslında toplumun kendisiydi. Toplumun en sevilen karakterleri ise kurallara uyanlardır. Sevgi ve kurallar bağdaşık gidiyordu. Denklemin duvarları inceliyordu. Artık bir yerlere geliyordum. Bir şeyler daha şekilleniyordu. Benliğim aslında tam manasıyla olması gereken yeri buluyordu.

Düşünmek istemeyenleri bu yükten kurtarmak içindi her şey. Ahlak denilen şey aslında o kadar da doğru bir şey değildi. Yasa koyucularının yorumlamaya açık bıraktığı her şey daha keskin hapishaneler yaratmaya başlıyordu. Dinler, gelenekler, anayasalar… her kanun birden kanun namına yapılan bir zorbalığa dönüşüyordu. Kanun koyucu kendi hükmüne göre öldürebiliyordu mesela. Ama birini öldürmek suçtu. Duygular, devreye girince büsbütün denge bozuluyor. Dengenin korunduğu iddia edenler ise duygudan yoksun kararlarıyla böbürleniyordu. Halkı yönetmek zor işti. Bu yüzden daha refah bir hayat istiyorlardı. Fakat onlar olmayınca halk zaten huzurluydu. Kimsenin kalkıp keseceği yoktu, komşunun erken öten horozunu. Yahut kesti, diye vuracağı yoktu birbirini. Vuracak olsalardı, kitap koruyamayacaktı. Kimsenin bilmediği yerde suçta suç olmuyordu. Gecenin örtüsü çekilince bütün günahlar kapalı kapılar ardında birden serbest hale geliyordu. Fakat sorsan herkesin üstünde bir uyku örtüsü vardı. Kanlı gözlerle seyredilen o minicik bedenler ve akvaryumumsu hayatların ardında o kadar temiz bir cam yoktu. Hatta gece on ikide balkabağına dönecek olmasaydı, Sindirella bile prensin yatağındaydı. Korudu mu, şimdi konulan kanunlar? Hangi düzene hizmet için yazılmıştı, O ekmeği kim alacaktı, iskelet ondan önce yakaladı. Ya da teyzem benim gitmediğim yemekte ki tabağı yenilmiş sayar mıydı?

Yorumun apaçık olduğu bu sistemin içinde sadece ama sadece düşünmek istemeyene konulan sınırlardı. Ve sonra birde..

=> Hikaye hali yakında…

Tags:

No responses yet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir